Zaman anlaşılması zor bir kavram. Hepimiz onu deneyimliyoruz ve yine de binlerce yıldır filozofların ve bilim insanlarının da deneyimlediği gibi, onu tanımlamak çok zor. Albert Einstein’a kadar, fizikçilerin zaman ve uzay arasındaki bağlantıları daha derinlemesine araştırmalarına izin veren matematiksel bir anlayış yoktu. Zaman tam olarak nedir ve nasıl ortaya çıkmıştır? Zaman boyutu Büyük Patlama’dan beri var mıydı? Yoksa zaman evren evrimleşirken mi ortaya çıktı. Kütle çekiminin kuantum doğası hakkındaki son teoriler, bu binlerce yıllık sorulara bazı benzersiz ve fantastik cevaplar sağlıyor.
Zaman hakkında bildiğinizi sandığınız her şey, büyük ölçüde onunla ilgili deneyimlerimizden geliyor. Beynimizin çevresindeki dünyayı nasıl deneyimlediğine bakarsak onun için yalnızca şu an var ve zaman, yalnızca bir saniyeyi kapsıyor. Buna şimdiki zaman diyoruz; ancak psikologlar, filozoflar, fizikçiler ve beyin araştırmacıları tarafından teknik olarak “şimdinin deneyimi” olarak adlandırılıyor. Beynimiz, depolanmış anılar aracılığıyla geçmiş duygumuzu oluştururken; önümüzdeki birkaç saniye, dakika veya saat içinde ne olacağına dair yaptığı tahminlerden de gelecek algımızı oluşturuyor. Zamanın akışı, bir dizi anlık anıya, şimdiki deneyimimize ve önümüzdeki saniyelerde öngördüğümüz bir dizi olaya dayanan bir yanılsama. İnme kurbanları ve nörofizyoloji hastalarından elde edilen yüz yıllık bilgi birikimi, bize bir zaman duygusu sağlamak için prefrontal korteks, bazal ganglionlar ve ön insular korteks gibi birçok beyin sisteminin birlikte çalışması gerektiğini ortaya çıkardı. Geçmiş anılarımızdan ve fiziksel dünyaya dair algımızdan, geçmişimizin gerçekten meydana geldiği sonucunu çıkarıyoruz, ilgisiz enstantanelerin rastgele bir halüsinasyonu olmadığını biliyoruz ve bu hikayeyi destekleyebilecek fiziksel nesneler de bulunuyor. Günlükler, fotoğraflar, video kayıtları, belgeler hatta arkeolojik kalıntılar ve fosiller, karşımıza tutarlı bir hikâye tarihi getiriyor. Peki neden geleceği değil de geçmişi hatırlıyoruz? Bu asimetrinin nedeni entropi (evrendeki düzensizliğin miktarı) ile bağlantılı olmalı. Anılara ve tarihi kayıtlara sahip olmamızın nedeni, geçmişteki entropinin şimdiki zamandaki entropiden daha düşük olması. Dünyamızda zamanın ilerlemesine paralel olarak entropi de artıyor. Bu da zamanı geçmişteki düzenden gelecekteki düzenliğe doğru giden tek yönlü bir yol olarak algılamamızla tutarlı. Ancak, mikroskobik düzeydeki fizikte yani kuantum mekaniği dünyasında zamanın oku bir anlam ifade etmiyor. Bu denklemler, ancak zaman geriye doğru aktığında geçerli. Bu nedenle bazı bilim insanları, zamanın okunun var olma nedeninin, evrenin inanılmaz derecede düzenli ve bir daha hiç olmayacak bir durumda başlamış olması olduğunu düşünüyor. Buna, “Geçmiş Hipotezi” adı veriliyor.