İçeriğinin ne olduğundan bağımsız olarak anılarımız, bizi biz yapan şeylerdir. İnsan olmanın doğası böyledir. Akademisyenler, Socrates zamanından beri belleğin ne olduğunu ve nasıl çalıştığını anlamaya çalışmak için fikir yürütüyor. Son zamanlarda ortaya çıkan yeni teknolojiler sayesinde bilim insanları, artık anılarımızın arkasında yatan nöral ve biyolojik makine hakkında daha fazla bilgi ediniyorlar. Çığır açan bu yenilikler sayesinde anılarımızın, beyindeki belli hücre kümelerinin içinde saklandığını öğrendik. Bazı araştırmacılar, insanları sanal gerçeklik ortamında dolaştırarak anıları nasıl depolayıp geri aldıklarını araştırıyor. Diğerleri, korku gibi duyguların beyinde nasıl kodlandığını ve korktuğumuz şeyin ne olduğunu belirleyen devreleri inceliyor. Bu araştırmaların sadece soyut bir temeli yok. Alzheimer hastalığı ve travma sonrası stres bozukluğu gibi durumlar için olası tedaviler de dahil olmak üzere gerçek dünyada gerçekleştirilebilecek uygulamalar üretilmesi de hedefleniyor. Bellek biliminin çoğu hala bulanık bir alanda dolaşıyor olsa da beynimizin anıları tam olarak nasıl oluşturduğu konusu artık daha çok mercek altına alınıyor.
UZUN DÖNEM VE KISA DÖNEM BELLEK
Bir asırdan fazla bir süre önce, bilim insanları belleği kısa vadeli ve uzun vadeli diye iki kategoriye ayırdı. Bazen işleyen bellek olarak da adlandırılan kısa süreli bellek, yakın geçmişten gelen bilgileri veya olayları yaklaşık 20 saniye, bazen daha da az aklımızda tutma yeteneğimizi ifade ediyor. Bir başka deyişle bu, başka şeyler yaparken aktif olarak aklınızda tuttuğunuz şeylerdir. Örneğin, telefonunuzdaki kişi listesine eklemeye çalışırken aklınızda tuttuğunuz telefonun numarası gibi. 1990’larda bilim insanları, yüksek çözünürlüklü beyin taramalarını analiz ettiler ve bu kısacık anıların, beynin üst düzey düşünmeden sorumlu ön kısmı olan prefrontal kortekste etkinleşen nöronlara bağlı olduğunu buldular.
Makalenin yazarı, sinirbilimci Dean Burnett, “Bunlar geçici anılar” diyor. “Uzun süreli depolanmaları hedeflenmiyor çünkü sürekli değişiyorlar ve sürekli bir akış var.” Burnett, “Bir düşünceyi beyinde yeterince uzun süre tutarsanız, onu uzun süreli belleğe kaydedilmesini sağlayabilirsiniz” diyor. “Bu yüzden, cep telefonu numarası gibi bir şeyi sürekli kafanızda tekrarlarsanız, sonunda bunu kolayca hatırlayabilirsiniz. Ancak çok fazla bilgi gelmeye devam ederse, kısa süreli belleğiniz aşırı yüklenir ve depolanan ilk bilgi parçaları atılır.” Bunun tersine, uzun süreli bellek, yaşamımız boyunca topladığımız bilgilerin ve geçmiş olayların biriktirildiği bir hazine sandığı gibi düşünülebilir. Kısa süreli anılar sinirsel aktivitenin darbeleri tarafından desteklenirken, uzun süreli anılar, beyinde fiziksel bir yer kaplıyor. Bir uzun süreli anı oluştuğunda, nöronlar arasındaki sinaps olarak adlandırılan bağlantılar güçleniyor. Bazı durumlarda ise, tamamen yeni sinapslar oluşturuluyor. Anılarımızı ne kadar çok hatırlarsak, bu sinir yollarını o kadar aktif hale getirir ve bu bağlantıları o kadar çok güçlendiririz. Bu süreç, bir ormanda aynı rotadan yürüyerek, gidip gelerek bir patika açmaya benzetilebilir. Uzun süreli anılar birkaç farklı biçim de alabiliyor. Örneğin, ayakkabı bağlama veya diş fırçalama gibi otomatik davranışların temeli, örtük anılardır. Bu içgüdüsel eylemler, beynin bilinçsiz bölümünde gerçekleşiyor.
Burnett, “Bu yüzden hafıza kaybı olan insanlar, daha önceki hayatlarına dair hiçbir şey hatırlamıyor olsalar bile, bu tür işlevleri hâlâ yerine getirebiliyor” diyor. “Almış oldukları eğitim ve alışkanlıklar, kalıcı oluyor.” Aktif olarak farkında olduğumuz uzun süreli anılar, açık anılar olarak adlandırılıyor. Bunlar, olaysal ve anlamsal bellek arasında bölünmüş. İkincisi, Malazgirt Zaferi’nin tarihi gibi belirli kavramsal bilgileri tanımlar. Olaysal bellek ise kendi yaşamınızdaki olayları ve deneyimleri tanımlar. 21. doğum günü partinizden yapmış olduğunuz bir turistik geziye kadar her şey bu kategoriye girer. Burnett, “Anlamsal bellek, Fransa’nın başkentinin Paris olduğunu bilmektir” diyor. “Olaysal bellek ise Paris’e gidip Eyfel kulesini gezerken yaşadıklarınızı hatırlamaktır.”